Türkçeye çevirenlerin notu: Savaş sanatlarının bilimsel anlamda incelenmesinde, pratiğinde ve yaygınlaşmasında önde gelen isimlerden biri olan Donald Frederick “Donn” Draeger, Comprehensive Asian Fighting Arts (8. baskı, 1989) adlı kitabının bu bölümünde (sf. 133-139), jujutsunun ve onun uzantıları olarak judo ve aikidonun kökenlerini, ortaya çıktıkları dönemlerde oturdukları bağlamı ve özellikle jujutsunun zaman içerisindeki evrimlerini anlatıyor. Draeger, pek çok Japon savaş sanatında ileri dan seviyelerine sahip olmanın yanı sıra, bu savaşları akademik anlamda hoploloji bilimi çerçevesinde incelemiştir; dolayısıyla hem teorik hem de pratik anlamda konuya hakim olan sayılı insanlardandır. Aikidonun gerek teorik gerekse pratik anlamda doğru bağlama oturtulmasında son derece faydalı olduğuna inandığımız için Türkçeye kazandırmak istediğimiz bu metni, umarız sizler de beğeniyle okursunuz. Çeviride özgün metinde italik olan her şey italik bırakılmıştır. Japoncadaki uzun sesleri gösteren ū, ō harfleri de olduğu gibi korunmuştur. Çeviri metnin TAD editörlerince son okuması yapılmıştır. Dipnotlarda çevirenlerin notları (çev. notu), editör notları ise (editör notu) olarak belirtilmiştir. Görseller İngilizce kitaptan taranmıştır.
Takenouchi Hisamori tarafından kurulan Takenouchi ryū, bazı Japon tarihçileri tarafından diğer tüm jūjutsuları ortaya çıkaran temel jūjutsu ryūsu olarak değerlendirilir. Merhum Fujita Seiko gibi araştırmacılar ise bu iddianın pek doğru olmadığını göstermişlerdir. İlk dönemlere ait “boş el” (silahsız) savaş tekniği ryūları, geç Heian döneminden beri var olmalarına rağmen, temel aldıkları ana silahların gölgesinde kalmışlardır. Fakat, Takenouchi ryūsunun içerdiği savaş teknikleri, farklı sistemlerin oluşmasında dönüm noktası olmuştur. Takenouchi daha önce boş el savaş teknikleri kullanmasına rağmen kendi ryūsunu 1532’ye kadar kurmamış ve kendi okulunun tekniklerini oluştururken sumōdan büyük ölçüde yararlanmıştır. Bu yüzden, daha önce bir savaş sisteminin (kumi-uchi) doğumuna ve yaşamasına vesile olan savaş sumōsu teknikleri, Takenouchi tarafından yeni bir dövüşme sanatının temeli olarak kullanılmıştır. Rivayete göre Takenouchi kendisine beş yakalama tekniği öğreten ve daha kısa silahların aşırı uzun silahlardan daha avantajlı olduğunu gösteren bir yamabushiden (“münzevi rahip”) esinlenmiştir. Bunun üzerine Takenouchi, kogusoku1 olarak bilinen farklı kaynakları bir araya getirerek bir savaş yöntemi geliştirmiştir. Bu yöntem ve diğerleri zamanla jūjutsu ortak başlığı altında sınıflandırıldılar.
Jūjutsu görünüş ya da teknik olarak birbirine benzemeyen bir dizi savaş sistemine verilen genel bir isimdir. Bu savaş sistemlerini bütünüyle kapsayan jūjutsu adı, tanımladığı formların ortaya çıkmasından çok sonra kullanılmaya başlanmıştır. Jūjutsu sıkça hatalı olarak, silahlı ya da silahsız bir düşmana karşı uygulanan bir silahsız dövüş teknikleri bütünü olarak tanımlanır. Fakat, jūjutsu silahsız tekniklere ağırlık verse de büyük silahlara da eşit derecede uygulanabilecek küçük silah teknikleri ile de ilgilenir. Bu yüzden jūjutsu, silahlı ya da silahsız bir düşmana karşı uygulanan çeşitli silahlı ya da silahsız dövüş teknikleri olarak tanımlanabilir. Jūjutsu daima kısıtlamalardan azade bir savaş türü olmuştur. Sınırlayıcı kurallar ve düzenlemeler sonradan, savaş formu yozlaşıp estetik bir form olunca ortaya çıkmıştır. Gerçek jūjutsu, bir düşmanı tutma ve bağlama kadar tekme atma, vurma, diz vurma, fırlatma, boğma, eklem kilitleme, bazı silahların kullanımı tekniklerini içermektedir (tablo 28a). Çoğu sistemler bu ana tekniklerin sadece bir ya da ikisine ağırlık vermektedir.
Savaş jūjutsusunun, farklı ryūların kılıç tekniklerini tamamlayan bir savaş yöntemi olarak, daima ikincil bir bugei sistemi olduğunun farkında olmak gerekir. Kenjutsu disiplini, bu teknikler popüler olarak jūjutsu adıyla tanınmadan önce de yakın mesafe için “boş el” savaş teknikleri geliştirmiştir. Estetik performansa ağırlık veren farklı bir jūjutsu tipi 17. yüzyılın ortalarında gelişmeye başlamış ve Meiji ve Taisho dönemlerinde zirvesine ulaşmıştır. Arima estetik jūjutsuyu şu şekilde eleştirir:
… fakat günlük eğitimde öğrenciler gerçek mücadelede aslında gerekli olmayan çalışmaları uygulamaktadırlar. Bu çalışmalar gerçek mücadelede yetersiz kalabilirler. Burada jūjutsunun asıl uygulama amaçlarından saptığı görülmektedir. …
Jūjutsunun her iki türünün de önemi büyüktür fakat bu bölümde savaş jūjutsusu ele alınacaktır.
Eski savaş ryūsuyla bağlarını koparan ya da askerî tecrübe olmadan geliştirilen jūjutsu, savaşta başarılı olamaz. Batıda yaygınlaşan jūjutsu bu tür bir jūjutsudur. Bugeinin içindeki farklı silah sistemlerinin ayrılmaz bir parçası olmaktansa, göğüs göğse muharebeye bu gerçekliklerin dışından yaklaşır. Bu yüzden estetik jūjutsu birçok silaha karşı yetersiz gelmektedir. Diğer taraftan, bir ana silah sisteminden gelişmiş olan savaş jūjutsusu, silahlara karşı birçok durumda ve şartların izin verdiği işlevde kullanılabilir.
Japonya’da resmen belgelenen 725 jūjutsu sisteminde, sonradan atemi olarak tanımlanan, hasmın vücudunun zayıf noktalarını (kyūsho) hedef alan saldırı yöntemleri geliştirilmiştir. Bunlar jūjutsu olarak bilinen orijinal “boş el” savaş sistemlerinin temellerinden biri olmuşlardır. Sumai ve savaş sumōsunun önemli bir parçası olan atemi, sonraları jūjutsu için de eşit derecede öneme sahip olmuştur. Ateminin sistemli olarak çalışılması Japonya’da nispeten geç bir dönemde, Edo dönemi başında (1600) başlamıştır. Japon atemi taktiklerinin, daha gelişmiş olan Çin ya da Çin’den esinlenen Kore ve Okinawa dövüş sistemlerinin arkasında kalmasının çeşitli nedenleri vardır.
Çin’in ch’uan-fa (“yumruk yöntemi”) sistemlerinin bir parçası olan ateminin (Fig. 44a/b) Japonya’daki öncülüğünü ve geliştirilmesini savaşçı sınıfı yapmıştır. Gelişmesi, Japon sosyal yapısının oluşmasından önceye gider. Buna karşın ch’uan-fa, Çin’deki son gelişim döneminde, büyük ölçüde baskıcı bir hükümetin ya da bir yabancı gücün otoritesine karşı çıkma yöntemi arayan sivillerin ürünüdür. Ch’uan-fa kendini ifade arayışının ya da iç çalkantıların sembolü haline gelmişti. Toplumsal statüleri düşük ve uzmanlaştıkları silahlarla donanmış olan Çinli savaşçılar, silahsız yapılan ch’uan-faya gerek duymuyorlardı. Ch’uan-fa, diğer düşman devletler karşısında askerî bir yöntem olarak işe yaramamakla birlikte, rahipler ve halk tarafından geliştirilmeye devam etti. Buna karşın Japonya’da toplum, silah taşıma imtiyazına sahip aristokratik bir savaşçı sınıf tarafından yönetiliyordu. Atemi savaşçı sınıfına mahsustu. Aslında savaşçının atemiye ihtiyacı büyüktü, fakat zamanla silahlar karşısında etkisi azalınca önemini yitirdi. Atemiye ihtiyaç azaldıkça, Çin’deki durumun aksine ortada gelişmesi için bir sebep kalmadı. Dolayısıyla, ateminin Japonya’daki gelişimi ve tekniklere etkisi, Çin’e göre kayda değer bir şekilde daha azdı.
Atemi teknikleri, vücudun herhangi bir kısmı kullanılarak düşmanın hayatî noktalarına karşı yapılan saldırıları içerir. Rakibe karşı eller, el kemikleri2, parmaklar, dirsekler, kollar, dizler, bacaklar, ayaklar ve hatta kafa kullanılabilir. Jūjutsu öncesi bir sanat olarak atemi, Nara zamanından Azuchi-Momoyama zamanına kadarki süreçte Çin boksundan bilinmeyen bir derecede etkilenmiş, son olarak da Taishō döneminde (1912-26) Çin asıllı Okinawa “boş el” teknikleri aracılığıyla ciddi bir yabancı etkisi altında kalmıştır. Atemi, erken dönemde silahların (zırhlar dahil olmak üzere) zayıflığından ötürü, önemli bir “boş el” Japon dövüş metodu olarak değerlendirilse de savaşçının teçhizatı geliştikçe daha az tercih edilir oldu. Atemi yerini kabza, uzun ve kısa sopalar, mızraklar, kargılar ve hatta yayların küt uçlarıyla uygulanan darbelere bıraktı. Genişleyen bu atemi anlayışı, pek çok çalışmaya konu olacaktı.
Zamanla çeşitli savaş metotları birbirleriyle temas etti, birbirini etkiledi ve nihayetinde jūjutsuyu oluşturdu. Bu metotların bazıları koshi-no-mawari, hobaku, taijutsu, wajutsu, torite, kenpō, hakuda, shubaku ve yawara şeklindedir. Bu formlar ve daha pek çoğu, on yedinci yüzyılın ortasından da öncesine dayanan bir gelişim sürecindeydiler. Bu terimlerin hepsi her ne kadar Japonca olsa da bir kısmı yapı itibariyle temelinde Çin’e özgü atemi biçimlerini anlatır. Dahası, bu sistemlerin pek çoğu antik yakalama (sumai) tekniğinden bir şeyler devşirmiştir. Hiçbir sistem bir diğeriyle tam olarak aynı değildir ama pek çoğu da birbirine benzer yanlar taşır, temelde hepsi olabildiğince az silah kullanımı içerirler ve savaşçı ruhunu destekleyen hem fiziksel hem de zihinsel eğitim biçimleridirler. Jūjutsu bu temelden sapmış ve zayıflamıştır.
Jūjutsu, ismini, kullandığı silahlardan ya da formundan değil temel prensibinden alan tek bugeidir. Kişinin, kendisine saldırılmadığı sürece harekete geçmediği saf bir savunma sanatı olarak düşünülür genellikle. Bu, büyük bir safsatadır. Jūjutsu her zaman hem saldırıya hem de savunmaya yönelik olmuştur. Savaş jūjutsusuna şekil verenler, teknikleri savunma yöntemleriyle sınırlayacak kadar idealist veya saf değillerdi. En uygun zamanda yapılan saldırının, jū3 kavram çatısı altında meşruluğunun farkındaydılar ve dolayısıyla bunları kullandılar. Fakat genellikle jūjutsu baskın bir saldırı taktiği değildi çünkü bugei çatısı altında çok daha etkili ve öne çıkan metotlar vardı.
Jūjutsunun “altın çağı” on yedinci yüzyıldan on dokuzuncu yüzyılın ortalarına değin sürdü. Bu noktadan sonra çeşitli etkiler jūjutsu savaş formlarının çözünmesine sebep oldu. Gerçek jūjutsu dövüş tarzı, onun bugei ryūlarında ve desteklediği silahlar dahilinde barındı. Fakat ülkenin Tokugawa boyunca barış dönemi yaşaması ve pek çok bugeinin budōya dönüştürülmesi yüzünden, jūjutsu savaşsal etkinliğini yitirdi. Bazı jūjutsu ryūları aşırı kuramsallaştı ve abartılı hale geldi. Zaman içerisinde de jūjutsunun bu şekli yaygınca bilinir oldu. Jūjutsuyu geliştirip ilerleten savaşçı sınıfı ise, yavaş yavaş unutuluşa sürüklendi.
Bushi hiyerarşisinden ve dolayısıyla bugeiden dışlanan sıradan insan ise, kendi jūjutsu biçimini oluşturmaya yöneldi ve aslından daha değersiz bir ürün ortaya çıkardı; estetik jūjutsu. Halk bushinin savaş deneyiminden yoksundu, dolayısıyla daha iyisini oluşturması mümkün değildi. Halkın bu çabası kimi bushi tarafından desteklendi, çünkü toplumsal değişimler sebebiyle kendi mesleğini -savaşı- yapamayan bushi hayatını kazanma arayışı içindeydi. Aralarından bazıları, jūjutsu gibi kimi bugei biçimlerini, yeni bakış açısıyla öğretti. Bu durum da tekniklerin, olabildiğince az kuvvet harcanarak yapılan hareketin güzelliğini takdir eden, sanatsal ve zarif bir anlayışa yol açtı. Uygulamalardaki bu son yaklaşım, saçmalık derecesine kadar götürüldü. Jūjutsu, karşı taraftan daha yetenekli ve daha eli çabuk olma sanatı haline geldi. Düşmanın mağlubiyeti, basitçe bir ‘’rakipten daha iyi performans sergileme meselesi” haline geldi. Jūjutsu, halk arasında da popülerliğini yitirdi. Jūjutsunun masum insanlar üzerinde düşüncesizce kullanılması, bıçkınlık ile jūjutsuyu eş anlamlı kıldı. Daha sonra jūjutsu bir halk eğlencesi haline geldi ve ticari kaygılar, sahte gösterileri ve benzerleri, dövüş tekniklerini savaşta kullanışlılık gerçeğinden ayırarak olduğunun ötesinde bir yüceltme çabasına girişti.
Jūjutsu ryūları iki eklektik4 Japon sisteminin, yani jūdō ve aikidōnun, temelleriydi. Bu iki sistem, temelde gerçek mücadele ile ilgisiz olmalarına rağmen, geçmiş sistemleri devşirerek kabul görmüş savaş geleneğinin bir kısmını koruma amacı gütmekteydiler. İlk önce Kōdōkan Jūdō’yu ele alalım.
1882 yılında, jūjutsu çürümeye başlarken, J. Kano tarafından geliştirilen sentetik5 bir form olan jūdō popülerleşmeye başladı. Sentez ürünü bir sanat olarak jūdō, jūjutsunun veya bir budō biçiminin olgunlaşmış halidir. Jūdōnun hedefi beden eğitimi ve terbiyesiydi. Aslen bir idman yolu olsa da, modern jūdōda sportif bir bakış açısıyla yarışmalar fazlasıyla öne çıkarılmıştır. Kurucusu Kano hiçbir zaman jūdōnun sportif yönlerinin baskın gelmesini istemedi. Onun jūdōsunun temeli “Enerjinin En İyi Kullanımı İlkesi” (Seiryoku zenyō) ve “Karşılıklı Fayda İlkesi” (Jita Kyōei) idi. Kendi jūdōsuyla, fiziksel ve zihinsel enerjilerin yanlış kullanımlarına dikkat çekti. Onun jūdōsunun taktikleri, doğru zamanda doğru şekilde rakibe izin vermeye ya da direnmeye dayalıydı, ki bu genellikle tecrübesizler tarafından göz ardı edilir.
Kano, savaş sumōsu ve pek çok jūjutsu ryūsu çalışmıştı, hatta Kito ve Tenshinshinyō ryū alanlarında uzmanlaştı. Bu ryūlardan yola çıkarak fırlatma, tutma, atemi ve resüsitasyon teknikleri içeren kendi judo sisteminin büyük çoğunluğunu kurdu ve hepsini sistematik bir şekilde çalışılabilecek hale getirildi. Jūjutsunun savaşla ilgili unsurlarını yumuşatan Kano, yine de kata, yani önceden hazırlanmış biçimsel çalışmalar şeklinde öz savunma durumlarının işlenmesini gerekli tuttu. Bahsi geçenler ve onun tekniklerinin shiai (“mücadele”) uygulamaları, zihnin ve bedenin mükemmelleşmesi için yapılan çalışmalardı (tablo 29b).
Uluslararası jūdō, Kano’nun gayretleri sonucunda büyüdü. Kodokan, “ana ekol” olarak jūdōnun tüm dünyaya yayılmasında teknik konusunda liderlik yaptı. Bu yayılmayla birlikte pek çoğu açıkça Kano’ya atfedilebilecek çeşitli jūdō yorumları ortaya çıktı. Günümüzde judonun sportif yanının öne çıkarmasıyla birlikte, orijinal jūdōnun öz savunması ve başka içkin özellikleri ciddi şekilde silikleşti6.
Takipçilerini değerlendirmek için geliştirdiği özgün derecelendirme sistemiyle Kano, Meiji ve Taishō döneminde gelişen budoyu ciddi bir şekilde etkilemiş oldu. Bütün budō sistemleri, mudansha (“derecesiz”) öğrencileri kyū (“seviye, sınıf”), yūdansha (“dereceli”) öğrencileri ise dan (“derece”) olarak seviyelendiren Kano’nun sistemini benimsedi. Bu seviyelendirme sistemi klasik bugei şekillerinde (jutsu sistemleri) hiçbir şekilde yer almamıştı.
M. Ueshiba tarafından geliştirilen, jūjutsunun ikinci eklektik sistemi ise aikidōdur. Ueshiba gençliğinde, Yagyū kenjutsusu, Hozoin sōjutsusu ve Daito ryū jūjutsusu7 üzerine yoğunlaşarak toplamda yaklaşık 200 savaş sanatı inceledi. 1925 yılında Ueshiba, başta kendi ruhsal ve fiziksel gelişimi için, şahsi aiki-jūjutsu stili diyebileceğimiz biçimi ortaya çıkardı. Ueshiba, aiki-jūjutsuyu oluşturmadı. Bu mücadele tekniği, o doğmadan yüzyıllar önce oluşmuştu. Fakat kendi sistemini geliştirmek için bu tekniği bir başlangıç noktası olarak aldı. Oluşan sistemin ve çeşitli öğrencilerinin popülerliği, Ueshiba’yı kapsamını genişletmeye yöneltti. Bir defa Taishō ve dört defa da Shōwa zamanında Çin’e seyahat ederek, Çin savaş sanatlarını (wu-shu) gözlemledi ve daha sonraları kendi aiki-jūjutsusuna katacağı fikirler edindi. Özünde dindar biri olan Ueshiba, 1942 yılında “aikidō” ismini verdiği olgun, değiştirilmiş bir biçim ortaya attı (tablo 30a).
Aikidō, ne bir egzersiz, ne bir spor, ne bir mücadele çeşidi, ne de tam anlamıyla bir beden eğitimidir8. Bir anlamda aikidō bunların hepsidir ama daha yüksek idealleri hedefler. Süreklilik hatları üzerine uygulanmış güce dayanan bir mekanik sistemde, beden ve zihnin uyumlu bir birleşimi olarak düşünülebilir. Bu, doğa ile herhangi bir zıtlık teşkil etmeyen, kişisel ifadenin serbest bir akışı ve doğal ritme dair bir kavramdır. Bu ifade edişin sonsuz sayıda çeşidi vardır ve bu yüzden tekniklerde herhangi bir sınır yoktur. Fiziksel teknikler fırlatma ve eklem kilitlemeyle sınırlı olacak şekilde yakalamayı içerir. Esas jūjutsu biçimine atemi ve resüsitasyon da dahilken, günümüzde bu etkenler vurgulanmamaktadır.
Çevirenler Hakkında
ODTÜ Elektrik ve Elektronik Mühendisliği Bölümü’nden 2020’de mezun oldu, lisans eğitimine halen ODTÜ Matematik Bölümü’nde devam etmektedir. 2019’dan beri ODTÜ Aikido Topluluğu’nda Utku Havuç eğitmenliği altında çalışmaktadır. (4. Kyu Seviyesi)
oyurdakul98@gmail.com
2017’den beri ODTÜ Aikido Topluluğu’nda Utku Havuç eğitmenliği altında çalışmaktadır.
1998 Ankara doğumlu. ODTÜ Petrol ve Doğalgaz Mühendisliği 4. sınıf öğrencisi. 2016 yılından beri ODTÜ Dojo’da Aikido eğitimine devam ediyor.
denizkaany@hotmail.com
- Kogusoku kılıç kullanımı etrafında yoğunlaşan pasif bir savaş formudur. Uygulayanın silahsız olmasını gerektirmemektedir.
- İng. “knuckles” (çev. notu)
- Jū, “uysal”, “itaatkâr”, “uyumlu”, “ahenkli”, “yumuşak” gibi anlamlara gelen Çince bir karakterdir. Jū’nun yaygın çevirisi olan “nazik”, Batılılar tarafından sıkça yanlış olarak, işlevsel kuvvetin hiç uygulanmaması şeklinde yorumlanır. Savaş jūjutsusunda durum hiç bu şekilde olmamıştır, düşmanın yenilgisini kesinleştirmek için sıklıkla sertçe kuvvet uygulanırdı. Jūjutsu tekniklerinin hepsi nazik değildir, ama kimi zaman öyle hızlı ve etkili şekilde uygulanırlar ki, bu şekilde algılanabilirler. Düşmanın saldırı yönüne uyum sağlayıp onu kontrol etmeyi amaçlarlar. Dolayısıyla “nezaket” yerine “esneklik” daha uygun bir karşılıktır, ki bu da zihnin ve bedenin duruma uyum sağlayıp tekniğin uygulayıcısına fayda sağlamasını ifade eder. Dahası, jū ilkesi onu ilk izlenimiyle değerlendiren sistemlerin inandığı kadar kapsayıcı da değildir. “Söğüt dalı, karın ağırlığından kırılmaz” der bir Doğu deyişi. Bu noktadan hareketle bazı sistemler bu kısıtlı felsefeyi içerdikleri bütün mekanik hareketlerini kapsayacak şekilde genişletirler. Bir miktar kar “söğütü kırmasa” bile, doğru uygulanan kuvvet kıracaktır. Bu şekilde saldıran bir düşmanı jū teknikleri savuşturamayacaktır.
- eklektik: seçmece, başka şeylerden parçalar seçerek bir araya getirilen (editör notu)
- sentetik: Sentez ürünü, sentez yoluyla oluşturulmuş olan (editör notu)
- Klasik jūdō, asıl olarak belli egzersizler vasıtasıyla bedensel ve zihinsel eğitim üzerinde duran bir yarı dövüş sanatını ifade eder, içerisinde beden eğitimi, öz savunma ve yarışma boyutlarını barındırdı. Kano, jūjutsudaki “düşman” yerine “rakip” kelimesini kullanmayı tercih etti fakat öz savunma değerlerini tamamen kaldırmayı hedeflemedi. Günümüzde yarışmaya yapılan vurgu yüzünden, beden eğitimi ve öz savunma ikincil konuma itilmiş ve Kano’nun kurduğu denge kaybolmuştur.
- Daitō ryū öğretilerinin kökeni derebeylik zamanlarına dayanır fakat isim olarak Daitō ancak Taisho (1912-26) zamanında eklenmiştir.
- Ueshiba’nın aikidōsu yani “ana” sistem, Japonya’daki tek aikidō biçimi değildir. Onun çalıştırdığı pek çok öğrenci daha sonradan onun öğretilerinden ayrılıp kendi tarzlarını oluşturdular. Shioda’nın (tablo 30b) Yoshin stili ve Tomiki stili, bu tarzlara örnek verilebilir. Bu iki tarz da aynı çatı altından çıkmalarına rağmen tam olarak örtüşmeyen ayırt edici kalıplar geliştirmişlerdir. Yoshin stili ciddi bir şekilde gerçekçi mücadele içerirken, Tomiki stili öz savunma ve sportif uygulamalar olarak olarak ikiye bölünür.